Laçin BARIŞ
Metal işçileriyle toplumlar arası yolculuğumuzun son durağındayız. “Başka bir dünya mümkün mü?” sorusunun yanıtını arıyoruz son durakta. İstanbul’da metal işçisi kadınlarla, “Nereden çıkmıştı bu eşitsizlik? Tarih boyunca varlığı baki miydi?” sorusuyla başlamıştı toplumlara yolculuğumuz. İlkel toplumlardan köleci topluma, feodal toplumdan günümüz kapitalist düzene süren yolculuğumuzda birçok tartışma yürüttük. Şimdi sıra geldi çattı yeni bir dünyanın hayaline…
Soruyoruz işçilere: Şu an kendinizi başka bir dünyada hayal edin. Kim olmak isterdiniz? Nasıl bir toplumda yaşamak isterdiniz? “Ben öğretmen olmak isterdim” diyor kadınlardan biri. “Mezun olunca hemen atanıp çalışmak isterdim öğretmen olarak. Çocuklara eğitim vermek benim en çok istediğim şey” diyor. Diğeri hemşire olmak istiyor, öbürü güzel bir kafesi olsun istiyor.
Hepsinin en çok söylediği şeylerden biri “Kendime ayıracak zaman olsun istiyorum” oluyor. Sinema, tiyatro, kitap okumaya ne vakit ne para ayırabiliyor kadınlar. “Sosyalleşme bizim için arkadaşlarımızla çay içmekle sınırlı. Kendimizi geliştiremiyoruz, vakit ayıramıyoruz” diyorlar.
“Bir dünya hayal edin ki…” diye alıyoruz sözü: “Her gün 8 saat çalışıyorsunuz, barınma, ısınma, pişirme, yıkma derdiniz yok. Tüm bunların hayal olmadığı, bir dönem gerçekleşen Sovyetler Birliği’nden bahsedelim.”
Kapitalist toplum, yani günümüzde kadınların ezilmişlik sorunun bir önceki oturumda incelemiştik. Şimdi Sovyetlerde onun kadının ezilmişlik sorununu ortadan kaldırmaya çalışıldığını konuşuyoruz. Birinci adım kadının ikincil konumuyla ekonomik anlamda savaşmaktı. O döneme gidelim. Sovyetler, kapitalizmin eve hapsettiği kadının toplumsal alana, üretime katılmasının önünü açtı. Ancak bu üretime katma sürecinde bazı engeller söz konusuydu. Mesela kadın emeği kalifiye bir emek değildi.
“Sizce neden?” diye soruyoruz işçilere. Kadınlardan biri, “Kadının emeği değerli değildi. Yine erkek çalışan, kadın ev ekonomisine sadece destek olan biriydi. Yani şimdiki gibi” diyor. Diğeri ise, “Kadın bir yandan evde de çalışıyordu, o yüzden tam zaman çalışamadığı için emeği daha değersiz oluyordu” diyor.
Aslında bir yandan doğru, ev içi angarya yüzünden eğitim göremeyen, mesleki eğitim göremeyen kadınların emeğinin kalifikasyonu sağlanamıyordu. Bu yüzden de daha az ücrete tabi tutuluyordu.
Kadınlara, “Siz sormadan ben size sorayım, sizce herkes aynı ücreti mi alıyordu Sovyetlerde?” diye soruyoruz. Kadınlar birbirine bakıyor, “evet” diyen de var, “yok ya işe göre değişir” diyen de. Aslında “Herkes yeteneğine göre, herkese emeğine göre” diye yanıt veriyoruz. Kadınların ev için emeği zorluğu nedeniyle yeteneklerini geliştiremedikleri, keşfedemedikleri için zorlandıklarını konuşuyoruz.
Kadın işçilerden biri, “Yani biz de çok keşfetmiş sayılmayız. Mesela ben hâlâ hobim ne, neye yeteneğim var bilmiyorum” diyor.
Şöyle bir soruyla devam ediyoruz: “Bugüne kadar tartıştıklarımızdan yola çıkarak, sizce bir kadının evde yemek pişirmesi ile aşçı olması arasında ne fark var?”
“Yani öbüründe toplumun senin üstüne attığı bir görevi ücretsiz olarak yapıyorsun, diğerinde para alıyorsun, sigortan oluyor. Elin cebine giriyor” diyor işçilerin biri.
Sovyetlerde emekçi kadınların yüzde 75’inin okur-yazar olmadığı, kadınların ancak çok küçük bir bölümünün sanayide çalıştığı bir ülkede, kurulan aşevlerinde veya kreşlerde çocuk bakımında işe alınıyorlar. Bu kadınların yalnızca “kadın mesleği” olarak adlandırılan mesleklerde yer alması ve eşitsizliği derinleştirmek değildi. Aksine kalifiye olmayan emeğin üretime çekilebilmesi için bir ön şarttı. Kadınların okuma yazma oranının artması için eğitimler, mesleki eğitimler ve fabrikalarda kadınlara özel kontenjanların olması ise atılan adımlardı. Öte yandan kadınların karar alama süreçlerinde görev alması ise önemli bir detay. Aslında Sovyetler iki önemli şeyi hayata geçirmek üzere planladı; ev içi emeğin ve bakımın kolektifleştirilmesi ve kadınların politikada, karar verme süreçlerinde yoğunlukla bulunması. Sovyetler ve sosyalizmi konuşmaya devam edeceğiz işçilerle. Bu yolculuk başka bir yolculuğun başlamasına vesile olan bir süreçti hiç şüphesiz.
Atölye sonrası işçi kadınlardan birinin atölye sürecine dair dile getirdikleriyle yazımızı bitirelim:
“İş yerinde konuştuklarımızı anlatmak, başka türlü dünyaya bakmak, kendini ve sınıfını tanımak çok öz güven veriyor. En çok ilkel komünal toplum beni etkilemişti. En çok bugüne dair dayatılan yanlış bilgiyi orada örenmiştim. Ezelden “kadın güçsüz, erkek güçlü” söyleminin yanlış olduğunu öğrendik. Her bir toplum bugüne dair şeyleri de içinde barındırıyordu. O yüzden bağ kurmamıza da neden oldu. Şimdi ötesini düşünme ve öğrendiklerimizi diğerleriyle paylaşma zamanı.”
Bence uyan artık, Yoksa geç kalacaksın
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.