Tarık ÖZYILDIRIM
“Ruhum üşüyor, nasıl iyice örtünürüm bilmiyorum. Ruh üşümesine ne cübbe var ne palto. Ruhunun üşüdüğünü hisseden insan artık bir daha bunu unutamaz” kendisini böyle tanımlar Portekiz edebiyatının huzursuz şairi Pessoa. Yaşamının her anında bir huzursuzluk hakimdir. Kız kardeşi Rosa Dias “Ömrü boyunca mutsuz biriydi, çok yalnız biriydi, anlaşılamamıştı.” der Pessoa için. Kardeşlerinden farklıydı Pessoa, zekiydi onlara göre ama farklıydı.
Henüz, 6-7 yaşlarında huzursuzluğu ve yalnızlığı yaşamaya başlayan Pessoa bunu yazmakla giderir. 11’inde klasik Latin ve İngiliz edebiyatı okumaları yapar. Shakespeare, Shelley, Byron, Tolstoy, Aristo gibi yazarlarla tanışır. 15’inde tek başına “Palrador” adlı bir dergi çıkarır. Bu dergiyi hayal dünyasında yarattığı yazarlarla çıkarır. Bu yaratımla edebiyata yeni bir kavram da kazandırır: “Heteronim” (dış kimlik). Nedir bu dış kimlik derseniz, Pessoa’nın hayal gücünün ve yalnızlığının ürünü olan yazarlardır.
“Çocukken etrafımda kurmaca bir dünya yaratma, etrafımda asla var olmamış dostlar ve tanışlar toplamaya eğilimim var. Onlar mı yoktu, yoksa olmayan ben miydim?” diyerek yarattığı dış kimlikleri anlamlandırmaya çalışır. Pessoa öldüğünde o meşhur sandığından çıkan metinlerde onlarca dış kimlik yazarla karşılaşırız. Aslında yalnızlığını, üşüyen ruhunu bu yarattığı yazarlarla dile getirir. Onlara şiirler, romanlar, mektuplar yazdırır Pessoa.
Kimdi bu dış kimlik yazarlar: Ricardo Reis, Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Bernardo Soares ve niceleri… Bir tanrıdır Pessoa, bir edebiyat tanrısı, bir yazar tanrısı… Pessoa için yaşamak şart değildi yaratmaktı şart olan. Kız kardeşi onun bu yaratıcılığı için “Fernenado’nun sürekli olarak uydurduğu bir hikayenin kahramanı oluyorduk. Gerçekliği sürekli değiştiriyordu. Bizler, onun düşlerinin oyuncakları rolüne giriyorduk” der. Pessoa, yaşamındaki her şeyi bir düşün başlangıcı ya da sonu olarak görür. Onu yolculuğa çıkaran, şekillendiren, nefret ettiren, konuşturan, sevdiren, elinden tutan sadece hayal gücüydü. “İçimde farklı kişilikler yaratıyordum, sürekli farklı kişilikler… Her bir düşüm, onu düşlediğim anda başka bir kişide ete kemiğe bürünüyor, ben değil o kişilik düşlemeye başlıyor. Yaratmak için kendimi yok ettim. O kadar çok kendi dışıma çıktım ki…”
Her ne kadar Pessoa yarattığı yazarlarla kendi dışına çıktığını söylese de asıl olan yarattıklarına kendinden bir iz bırakmasıydı. Dış kimliklere kimi zaman edebiyatını, kimi zaman aşkını, kimi zaman felsefesini serpiştirir. Yazdığı şiirlerinde de bu yansımayı açıkça dile getirir Pessoa.
“Kendimi hissedebilmek için çoğaldım,/ Kendimi hissedebilmek için her şeyi hissedebilmeliydim/ Taştım, sonunda kendimi saçtım.”
Pessoa, her bir yeni yaşında insanlardan daha da uzaklaşır ve yalnızlaşır. Ruh sağlığı açısından hayatını yönetemediği, ben çatı katı insanıyım dediği 20’li yaşlarda psikolojik tedaviye başlar. Bu dönemde ölümünden yarım asır sonra bir dünya klasiğine dönüşecek olan Huzursuzluğun Kitabı’nı yazmaya koyulur. Pessoa’nın ruhsal rahatsızlığının temelinde büyükannesi gibi delirme korkusu vardı. “Bu korku zaten delilik, içimi kemiren budur.”der. Pessoa’ya klinikler ve akıl hastaneleri yolu görünür. Kişilik bozukluğu teşhisiyle yüzleşir ve ölene kadar da ruhsal sorunlar yakasını bırakmaz. Bir mektubunda da dediği gibi akla hayale gelmeyecek bütün krizleri yaşar ve ruhsal olarak bir kuşatma altında görür kendini. Tüm bu krizlere rağmen Pessoa, 20’li yaşlarda Portekiz edebiyatında bir şair kimliğiyle önemli şiirlere imza atar.
Pessoa, şiiri tanımlarken ondan kaçmanın imkansızlığı üzerinde durur. “Yeryüzünün şiiri asla ölmez… Şiir, her yerde vardır. Yeryüzünde, denizde, göllerde ve nehir kıyılarında…”
Şair, gerçekten hissettiğini söyleyen kişidir onun gözünde. Şiirlerin de insanlar gibi bir şahsiyetinin olduğunu, canlı bir varlık olduğunu belirtir. Pessoa şiirlerine de bir kimlik verir. Şairi tanımlarken şairin farklı bir bakış açısı olması gerektiğine inanır. “Her gördüğümüze ilk kez görmüş gibi bakmalıyız… ben ağacı herkesin gördüğü gibi görürsem onun hakkında söyleyecek bir sözüm yoktur demek. O ağacı görmemişimdir.”
Her daim umut kaynağı olan annesinin ölümü, Pessoa’nın yaşamış olduğu yalnızlığını alevlendirir. Pessoa artık bir şefkat arayışı içindedir. Bu arayışı, ölmeden bir yıl önce yazdığı bu dizelerde görebiliriz: “Tanrı belki iyi kalplidir anne / Günün birinde/ bu dünyada artık ağlamadığında / Bu dünyada artık kimse bana ağlamadığında /Senin sevgine geri döneceğim/ Küçük bir çocuk gibi/ Daima senin kollarında…”
Pessoa’nın hayatını anlamlandıran, hep yanında olmak istediği tek aşkı annesiydi. “ Annemin ölümü, beni hâlâ hayata, duyarlılığa bağlayan dış bağların sonuncusunu da kopardı.” Pessoa, artık insanları gözlemenin bile yorduğu bir döneme girer. Bu dönem, onun için herkes tarafından terk edildiği bir dönemdir.“ Yurttaşlarımla aynı dili konuşmuyoruz. Susuyorum, konuşursam anlaşılmayacağım. Susarak anlaşılmamayı tercih ederim.” Şair dostu Antonio Coberia’nın dediği gibi yaşadığı yüzyılın çiğ ışığında kaybolmuş biriydi Pessoa ve yazık ki yaşadığı dönemde arayanı da olmayan.
İçkiye daha çok sarılır var olmanın sarhoşluğuyla ve artık ölüm onun için her daim özlenen acı bir tutkuya dönüşür. “ Ne zaman bitecek tiyatrosuz bu dram?/ Ya da dramsız bu tiyatro/ Eve ne zaman döneceğim?/ Nerede, nasıl, ne zaman?”
Kılık değiştirerek var olduğu bu hayattan, insanlığın bütün düşlerini taşıdı bu dünyadan, bir sonbahar akşamı 30 Kasım 1935’te siroz hastalığı sonucu ayrılıverir. “ Ben ölürsem kimse beni özlemez. /Dünden beri şehir değişti demez kimse.” Pessoa’nın ölümü de yaşamı gibi olur: Sessiz ve sedasız. Roman yazarı bir dostu onun ölümü ardından “ Portekiz, bir tabut içinde sonsuzluğa gittiğini gördüğü o kişinin kim olduğunu bile sormamıştı” diyerek Pessoa’nın yalnızlığını, terk edilmişliğini gözler önüne serer.
Ölmeden önce hastane odasında bir kağıda yazdığı son sözleri “Yarının ne getireceğini bilmiyordum” olur. Evet, yarın onun hiç istemediği hatta zavallı bir şeytan olarak gördüğü ünü, şöhreti getirir. Odasının başköşesinde duran ve Pessoa’nın el yazmalarıyla dolu sandık açılınca hem dünya edebiyatı için hem de Portekiz edebiyatı için ne kadar önemli bir yazarın, şairin kaybedildiği anlaşılır.
Pessoa, ardında 27 binden fazla metin, on binlerce sayfa bırakır. Türkçeye çevrilen Huzursuzluğun Kitabı, Denizci, Anarşist Banker, Prensin Ölümü/ Şeytanın Saati, Stoacının Eğitimi ve Başıboş Yolculuktan Notlar’la Pessoa’yı yakından tanıma vaktidir. Kafka ve Dostoyevski’yle beraber dünya edebiyatının bir başka huzursuzudur Pessoa. Hiçbir zaman anlaşılamayan ama hep elinden tutan acısıyla beraber.
“Sorma bana neden üzgün olduğumu,/ Bu acının nedenini/ Söyleyemediğim için daha da üzgünüm/ Beni hep elinde tutan acının.”
MEB’in müfredat taslağına ‘anadilde eğitim’ vurgusuyla tepki:”Müfredat demokratik, bilimsel ve laik olmalı”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.