Referandumdan bu yana Erdoğan ne dediyse tam tersini yaptı. 24 Haziran’da ‘seçimli diktatörlük’le, demokratik parlamenter sistem arasında bir tercih yapılacak.
Kürsüden, hem de gözümüzün içine baka baka konuşuyordu.
“Daha fazla demokrasi”, “daha güçlü hukuk”, “daha geniş özgürlük” vaat ediyordu.
“Daha fazla refah”, “kalıcı huzur” diyordu.
“Yasamanın daha itibarlı, yargının daha bağımsız” olduğu bir dönem sözü veriyordu.
Yani demesi oydu ki;
Demokrasi var ama daha da fazlası olacak.
Hukuk var ama daha güçlü olacak.
Hatta özgürlük bile var ama daha da geniş olacak!
Vaat ettiklerine bakılırsa Meclis’in itibarı, halkın refahı, ülkenin huzuru zaten var ama önümüzdeki dönem bütün bunlar tavan yapacak.
Ne zaman?
“24 Haziran’da beni başkan seçtirirseniz.”
Biz bu filmi daha önce de görmüştük; 16 Nisan referandumunda…
Erdoğan ve AKP sözcüleri “16 Nisan referandumunda ‘Evet’ çıkarsa” diye başladıkları nutuklarını Türkiye insanlarına adeta bir cennet vaat ederek bitirmişlerdi.
“Evet” çıkarsa…
Bürokrasi azalacak, büyüme hızlanacaktı.
“Evet” çıkarsa…
İnsanlar özgürlüklerini güvenli bir ortamda yaşayacaktı.
“Evet” çıkarsa…
Bölgesel ve küresel barış ile istikrara katkımız artacaktı.
“Evet” çıkarsa…
Ekonomi toparlanacaktı, vergi gelirleri toplanacaktı.
“Evet” çıkarsa…
Ekonomi şaha kalkacaktı…
“Evet” çıkarsa…
Refah ve zenginlik artacak, piyasalar rahatlayacak, ticaret gelişecek, yatırım potansiyeli artacak, yerel yönetimler güçlenecekti.
Hatta “16 Nisan referandumunda ‘Evet’ çıkarsa milli gelir 11 bin dolardan 25 bin dolara çıkacak” bile dediler.
Bir bakan “16 Nisan’da ‘Evet’ çıkarsa Türkiye muazzam bir şahlanışla küresel bir güç olacak. Şimdiden Avrupa’yı korku salmış” diyordu.
Vaat yarışına girmişlerdi “16 Nisan’da ‘Evet’ çıkarsa” üzerinden.
Bir başka bakan “Türkiye, çok daha hızlı bir şekilde büyüyecek. Türkiye yeni sistemle birlikte ekonomik krizlerle karşılaşmayacak, siyasi istikrarsızlıklarla, kaosla karşılaşmayacak” sözü veriyordu.
16 Nisan referandumunun üzerinden bir yıl geçti.
İşte bu bir yıl içerisinde ne dedilerse tersini, hem de tam tersini yaptılar.
“Ekonomi şahlanacak”tı, doğru şahlandı. Öyle bir şaha kalktı ki binicisini sırtından attı. Zaten biz bu sahnenin gerçeğini görmüştük ağır çekimde…
Ekonomi yere çakılmış durumda. İflaslar birbirini izliyor. Yoksullar haciz bildirimi ceplerinde intihar ediyorlar.
“Yatırım potansiyeli artacak”tı, kaçan yatırımcı arttı.
“Yerel yönetimler güçlenecek”ti, “yerel yönetimlere merkezi kayyım” dönemine geçtiler.
“Siyasi kaos olmayacak”tı, şimdi apar topar süper erken seçime gitmenin yarattığı kaotik bir ortamda ülke.
“Bölgesel ve küresel barış ve istikrar” abidesi olacaklardı, bölgesel savaşın kıvılcımı, küresel isikrarsızlığın aktörü oldular.
“Milli gelir 11 bin dolardan 25 bin dolara çıkacak”tı, şu anda 10 bin doların altına inmiş bulunuyor.
Türk Lirası son bir yıl içerisinde dolar karşısında darmaduman oldu. Bir dolar dört liraya çıkınca “Reyiz” Rabia işareti bile yapamaz hale geldi.
Sadece dolar karşısında değil, ne bileyim Şili pesosu karşısında yüzde 18, Macar forinti karşısında yüzde 26, Makedonya dinarı karşısında yüzde 25.6, hatta Arnavutluk lekesine karşı yüzde 31,5 değer yitirmiş TL.
Euro beş, benzin altı lira.
İşte 16 Nisan referandumundan bir yıl sonra 24 Haziran “kaptıkaçtı seçim”ine gelirken Erdoğan’ın yarattığı Türkiye böylesine içler acısı halde.
Şimdi bir de ülkenin kırık dökük parlamenter demokrasinin tabutuna son çiviyi çakmak üzere 24 Haziran seçimleri için daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla hukuk vaat ediyor.
Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır.
Öncelik, Türkiye’nin 24 Haziran’da atılmak istenilen ne idüğü belirsiz “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” uçurumuna “Hayır” demek olmalıdır.
Erdoğan’ın karşısına çıkartılacak adaydan daha önemlidir, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin karşısına konulacak parlamenter seçeneğin özgürlükçü ve demokratik karakteri.
Bu seçim kişiler arasında değil, kesinlikle sistemler arasındadır.
Oylanacak olan faşist diktatörlüğe karşı parlamenter demokratik rejimdir.
Onun için Erdoğan’ın karşısına çıkacak adayın kimliğinden çok Türkiye halklarına ne vaat ettiği daha önemlidir.
16 Nisan hileli referandumuyla bu topluma dayatılmak istenen tekçi rejimin, “seçimli diktatörlüğün” karşısına nasıl bir programla çıkılacağı, Türkiye’nin özgür demokratik parlamenter sisteme nasıl döndürüleceğinin manifestosu yazılmalıdır önce.
Bu manifestoda AKP-MHP faşizminin panzehiri olacak demokratik adımlar tek tek sıralanmalıdır.
Parlamenter sisteme nasıl bir periyotta, nasıl bir parlamenter sisteme geri dönüleceği Erdoğan’ın karşısındaki aday/adaylar tarafından net biçimde taahhüt edilmelidir.
Yargının bağımsızlığı, hukuk devleti konularında tartışmasız güvenceler verilmelidir.
Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle, eşit yurttaşlık temeline dayalı bir çözüme kavuşturulacağı garanti altına alınmalıdır.
Eğitimden sağlığa, gelir dağılımından işsizliğe kadar toplumun bütün sosyal ve ekonomik yaralarının sarılacağı konusunda ciddi bir program ortaya konulmalıdır.
Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü bu manifestonun en önemli konularının başında gelmelidir.
Erdoğan’ın medyada yarattığı tekelleşme ve kendi kontrolünde oluşturduğu kartelleşmeye son verecek yöntemler bütün ayrıntılarıyla ortaya konulmalıdır.
Erdoğan iktidarının gerek OHAL öncesi gerekse de OHAL’le birlikte toplum vicdanında açtığı hukuki, ekonomik ve sosyal yaraların büyük bir hızla nasıl sağaltılacağı net biçime anlatılmalıdır.
Erdoğan iktidarının yarattığı mağduriyetlerin giderilmesi için büyük bir toplumsal seferberlik vaat edilmelidir.
Saray’a bağlı mahkemelerde onlarca, yüzlerce yıl, hatta ağırlaştırılmış müebbet cezası alan suçsuz binlerce insanın hukuki mağduriyetlerinin nasıl giderileceği bu manifesto içinde mutlaka yer almalıdır.
Onun için 24 Haziran seçimlerinde Cumhurbaşkanlığı için kimlerin yarıştığından çok hangi adayın ne vaat ettiği çok daha önemlidir.
Bütün bunlardan dolayı 24 Haziran bir seçim değil, 16 Nisan hileli referandumunun bir rövanşıdır.
Erdoğan vaatlere başlamış bile.
“Daha fazla demokrasi” diyor; “daha güçlü hukuk”, “daha geniş özgürlük”, “daha fazla refah”, “kalıcı huzur”.
O gitsin “daha fazla demokrasi”yi Selahattin Demirtaş ve milletvekilliği düşürülen arkadaşlarına, tutuklanmış binlerce HDP ve DBP üyelerine anlatsın.
“Daha güçlü hukuk”u uydurma suçlamalarla yıllarca hapis cezası verilen Akın Atalay’a, Murat Sabuncu’ya, Orhan Erinç’e ve arkadaşlarına, Ahmet ve Mehmet Altan’a, Nedim Türfent’e, cezaevinde yatan yüzlerce gazeteciye, hukukçuya anlatsın.
Erdoğan gitsin “daha geniş özgürlüğü” cezaevinde yatan 70 bin üniversite öğrencisine, annesiyle aynı koğuşta büyüyen 700’den fazla 0-6 yaş arasındaki çocuğa anlatsın.
“Daha fazla refah”ı cebinde borcu nedeniyle gelen haciz tebligatıyla intihar eden inşaat işçisi anlar mı acaba.
Erdoğan gitsin “kalıcı huzur”u; Sur’un, Cizre’nin, Nusaybin’in, Şırnak’ın, Yüksekova’nın Kürtlerine anlatabilsin yeter.
İşte bütün bunlar nedeniyle 24 Haziran bir Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi değil, kanla gözyaşıyla gidilen 1 Kasım ve hileli 16 Nisan referandumunun bir rövanşıdır.
Erciş’te gazeteciler fişlenerek hedef gösteriliyor
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.