Rize KAPALI
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce

Almanya’da Nasyonal Sosyalizm… 1934

ad826x90

Konu: Nasyonal Sosyalizm… 1934 Almanya

Kayahan Uygur yazdı…

Bir dikta rejimine örnek vermek gerektiğinde ilk akla gelen yer Nazi Almanyası’dır. Oysa Nazi Almanyası’nın da kendisine göre hukuku, hukukçuları, yasaları, kanun hükmünde kararnameleri, yargıçları, savcıları, avukatları bulunmaktaydı. Ve o dönemde Nazi ideolojisinin peşinden giden Almanların çoğunluğu için sistem pekâlâ demokratikti, yasaldı ve her şeyden önce Nazi deyimiyle “Alman milli devriminin” ürünü idi. Peki, 1933-1945 arası Almanya’da nasyonal sosyalist hukuk gerçekte nasıldı?

ad826x90

Konu: Nasyonal Sosyalizm... 1934 Almanya - Resim : 1

“YARGIÇLAR MİLLİ OLACAK VE HİTLER GİBİ DÜŞÜNECEK”

Yargıçlardan başlayalım. Almanya’da Birinci Dünya Savaşı sonrası dönemde yani 1933’e kadar yargıçlar Weimar anayasası gereği bağımsızdı. Sadece yasalara tabiydiler, keyfi görevden almalara karşı korunuyorlardı ve her halükarda 109. madde uyarınca yasa önünde eşitliği korumakla yükümlüydüler. Davalarda verdikleri kararlar dolayısıyla yargıçlar aleyhinde suç duyurusunda bulunulamazdı. Aralarında aşırı sağcılar hatta Nasyonal Sosyalizm yandaşları çoktu ama o yargıçlar bile Naziler geldiğinde nasıl bir muamele göreceklerini pek tahmin etmemişlerdi.

Naziler iktidara geldikten hemen sonra 7 Nisan 1933 tarihinde devlet memurlarıyla ilgili bir kararname çıkardılar ve buna yargıçları da eklediler. Yargı sadece Yahudilerden değil aynı zamanda Naziliği şüpheli olanlardan ya da yasanın ifadesiyle “milli devlet lehine müdahalede bulunmaya hazır olmadıklarını gösterenlerden” de temizlenecekti. Elbette bu gözdağından sonra çok az yargıç kafa tutmaya cesaret etti ve onlar da tasfiye edildiler. Ama Nazizm ve hukuk arasındaki ilişki de bu şekilde tarihe geçti.

ad826x90

Nazi hukukçular yargının “milli” olması gerektiği görüşündeydiler. “Yasa Hitler’dir” diyorlardı ve Hitler’in sağ kolu Göring’in 12 Temmuz 1934’te Prusyalı savcılara “yasa ve Führer’in iradesi birdir” derken söylemek istediği de buydu.

Konu: Nasyonal Sosyalizm... 1934 Almanya - Resim : 2

“HUKUKUN BAĞIMSIZLIĞI YOKTUR”

Dr. Frank devam ediyordu:

ad826x90

“Nasyonal Sosyalizm karşısında hukukun bağımsızlığı diye bir şey yoktur. Her karar verdiğinizde kendinize şunu söyleyin: Benim yerime Führer olsaydı nasıl karar verirdi? Her kararda sorun: ‘Bu karar Alman halkının nasyonal sosyalist bilinciyle uyumlu mudur? Ancak bu şekilde, devletin birlik ve bütünlüğü fikrini içselleştirerek ve Adolf Hitler’in iradesinin farkında olarak Üçüncü Reich adına karar verebilecek sağlam bir temele sahip olabilirsiniz.”

Bu uyarılar yeterince açık olmasına rağmen, ertesi yıl 26 Ocak 1937’de yargıçlar da dâhil tüm devlet memurlarının “şüpheli siyasi görüşler” nedeniyle görevden alınmasını öngören yeni bir devlet memurları yasası çıkarıldı. Buna ek olarak, tüm avukatlar Alman Nasyonal Sosyalist Hukukçular Birliği’ne katılmaya zorlandı ve burada kendilerine sık sık Frank’ın sözlerinin ruhuna uygun konferanslar verildi.

Nazilerin tüm bu çabalarına rağmen, Nazi Almanyası’nda parti çizgisini yeteri kadar istekle takip etmeyen yargıçlar da oldu. En azından bazıları kararlarını hukuka dayandırmak istiyordu. Bunun örneklerinden biri Alman Yüksek Mahkemesi’nin Mart 1934’teki Reichstag (meclis) yangınıyla ilgili davada dört sanıktan üçünü sunulan kanıtların yetersizliğine dayanarak beraat ettirme kararıydı (Sadece itirafçı ve kısmen zekâ özürlü Hollandalı Van der Lubbe suçlu bulunmuştu). Bu karar Hitler ve Göring’i öylesine öfkelendirdi ki, bir ay sonra, 24 Nisan 1934’te, o zamana kadar münhasıran Yüksek Mahkeme’nin yetkisinde olan vatana ihanet davalarını yargılama hakkı kısa sürede ülkenin en korkulan mahkemesi haline gelen yeni bir mahkemeye, Halk Mahkemesi’ne devredildi.

Halk Mahkemesi 7 üyeliydi, iki profesyonel yargıçtan ve parti kadroları, SS’ler ve silahlı kuvvetler arasından seçilen beş kişiden oluşuyordu, böylece oy çoğunluğu siyasette ve partide oluyordu. Yani tamamen “yerli ve milli” yani lidere sadık bir mahkeme kurulmuştu. Mahkemenin kararları ve hükümleri kesindi ve genellikle kapalı kapılar ardında görülürdü. Ancak zaman zaman, propaganda amacıyla ve nispeten hafif cezalar verildiğinde, yabancı muhabirler oturumlara katılmaya davet ediliyordu.

Bu Halk Mahkemeleri’nin yanısıra bir de Özel Mahkeme vardı ki bunun da yetki alanı “hükümete yönelik sinsi saldırılar” başlıklı ceza yasası maddeleriydi. Özel mahkemeler, her zaman parti üyesi üç yargıçtan oluşuyordu ve jüri yoktu. Kendisi de Nazi olan savcı bu tür davalarda sanığı sıradan bir mahkemede ya da Özel Mahkeme’de yargılama seçeneğine sahipti ve her zaman ikincisini seçiyordu. Bu mahkemedeki savunma avukatlarının ise Nazi liderliği tarafından onaylanması gerekiyordu. Bazen, onaylansalar bile, daha iyi bir sonuç elde edemiyorlardı. Örneğin, öldürülen Katolik Hareketi lideri Dr. Klausener’in dul eşini, Devlet aleyhine açtığı tazminat davasında temsil etmek isteyen avukatlar Sachsenhausen toplama kampına götürülmüş ve burada davalarından resmen vazgeçtikleri güne kadar tutulmuşlardı.

Konu: Nasyonal Sosyalizm... 1934 Almanya - Resim : 3

BİR DAVAYI ÖRTBAS ETME HAKKI

Hitler ve belli bir dönem Göring bir davayı örtbas etme hakkına sahiplerdi. Savaş sonrası yapılan Nurnberg Mahkemesi belgelerinde Adalet Bakanlığı’nın toplama kampında korkunç işkenceler yapan bir Gestapo yetkilisini yargılatmak istediği ancak bunu Hitler’in engellediği anlatılır. Göring’in tanınmış bir iş insanını adaletin pençesinden kurtarmak için ondan yaklaşık 3 milyon mark aldığı da kayıtlarda yazılıdır. Dünya ne kadar küçük ve hepsi nasıl birbirlerine benziyorlar değil mi? Dönemin önde gelen Berlinli avukatlarından Gerhard Kramer’in daha sonra belirttiği gibi: “Göring’in neler yaptığını belirlemek imkânsızdı”.

Öte yandan, Führer’in yardımcısı Rudolf Hess, kendisine göre çok hafif cezalarla kurtulan sanıklara karşı “acımasız önlemler” alma yetkisine sahipti. Partiye, Führer’e veya devlete saldırmakla suçlanan kişilere verilen tüm cezaların bir listesi Hess’e gönderiliyor, o da cezayı çok hafif bulursa, öngörülen “acımasız” önlemleri alabiliyordu. Bu “ağırlaştırma” genellikle kurbanın başka bir davadan daha mahkûm edilmesini, bir toplama kampına gönderilmesini ya da kurşuna dizilmesini içeriyordu.

Nazi Almanyası’nda alt dereceli mahkemelerde bazı yargıçlarının belli bir bağımsızlık ruhu ve hatta kısmen hukuka saygı gösterdikleri de söylenmelidir. Bu durumlarda yine Hess ya da Gestapo müdahale etmiştir. Örneğin Katolik muhalif Papaz Niemöller Özel Mahkeme tarafından kendisine yöneltilen ana suçlamalardan beraat ettiğinde ve çarptırıldığı kısa hapis cezasını da zaten tamamlamış olup mahkeme salonundan çıkarken Gestapo onu başka bir davadan alıp tutuklamıştır.

Benzer olaylar daha sonra başka ülkelerde yaşandığında insanın aklına acaba bunların hukuk danışmanları Alman Nazi tarihini mi incelemişler sorusu geliyor.

Konu: Nasyonal Sosyalizm... 1934 Almanya - Resim : 4

GİZLİ POLİS HUKUKUN ÜSTÜNDEYDİ

İlk başlarda Gestapo, Göring’in rejim karşıtlarını tutuklamak ve öldürmek için kullandığı kişisel bir terör aracından biraz daha fazlasıydı. Ancak Gastapo’yu gerçek bir siyasi polis ve devletin merkezi haline getiren lider kurnaz ve sadist Reinhard Heydrich idi. Gestapo ya da S.D. (Sicherheitsdienst-Güvenlik Servisi) tüm Almanlar üzerinde ölüm kalım yetkisine sahipti.

Daha 1935 yılında, Nazilerin baskısı altındaki Prusya Yüksek İdare Mahkemesi, Gestapo’nun karar ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olmadığına karar vermişti. Hükümet tarafından 10 Şubat 1936’da ilan edilen Gestapo Temel Kanunu, gizli polis teşkilatını yasaların üzerine yerleştirdi. Mahkemelerin Gestapo’nun faaliyetlerine hiçbir şekilde müdahale etme hakkı yoktu. SS’lerin (Schutzstaffel-Koruma Taburları) başındaki Himmler’in Gestapo’daki sağ kollarından biri olan Dr. Werner Best’in açıkladığı gibi: “Polis, ülkeyi yöneten hükümetin iradesini yerine getirdiği anda yasal olarak hareket ediyor demektir”. Nazi hukukunun özü bugün birçok otokratik rejimde olduğu gibi polis devleti kavramında yatar.

Gestapo’nun insanları toplama kamplarında keyfi olarak tutmasına bile bir “yasallık” kılıfı giydirilmişti. Buna “Schutzhaft” ya da “Koruyucu Gözetim” deniyordu ve anayasanın sivil özgürlükleri garanti altına alan maddelerini askıya alan 28 Şubat 1933 tarihli yasaya uygun olarak yürütülüyordu. Ancak koruyucu gözetim medeni ülkelerde olduğu gibi bir insanı herhangi bir kazadan korumuyordu tabii. Uygulama insanları dikenli tellerin arkasına koyarak cezalandırmaktan ibaretti.

Toplama kampları Hitler’in iktidardaki ilk yılından itibaren mantar gibi çoğaldı. 1933’ün sonuna gelindiğinde bu kampların sayısı elliyi bulmuştu ve çoğunlukla SA (Sturmabteilung-Baskın Birliği) Örgütü tarafından kurbanlarına iyi bir dayak attırmak ve ardından ailelerinden ya da arkadaşlarından mümkün olan en yüksek fidyeyi talep etmek için işletiliyordu. Bu aslında şantajın ilkel bir biçimiydi. Burada salt sadizm devreye giriyordu. 1933 baharında Dachau SS toplama kampındaki olaylardan söz edilirken mahkûmların kırbaçla dövülerek ya da elle boğularak öldürülmesi Nürnberg mahkeme kayıtlarındadır. Bu olayları o dönem Münih savcısı bile protesto etmişti.

1934’de Ernst Röhm’ün ve SA liderliğinin Hitler ekibine rakip olabilecekleri endişesiyle tasfiyesinden sonra rejimin baskısı, şiddet ve sindirme kampanyaları daha metodik ve disiplinli hale geldi. Röhm yandaşlarına yönelik tutuklama ve işten atma kampanyalarından sonra bazı Almanlar ortamın giderek düzeleceğini sanıyorlardı, oysa her geçen gün daha da bozuldu ve ancak savaşla ve tüm Almanya’nın yakılıp yıkılmasıyla sona erebildi.

Konu: Nasyonal Sosyalizm... 1934 Almanya - Resim : 5

YARGIÇ BAĞIMSIZLIĞI GİDERSE SONUNDA ÜLKE GİDER

Bir ülkede yargıç bağımsızlığı yitti mi hukuk bir daha geri gelmiyor. Nasyonal sosyalist Almanya deneyimi bunu gösteriyor. Yargıç bağımsızlığının kaldırılmasına asla “evet” denilemez. Nazi rejiminin baskıyla, sindirmeyle bir türlü tatmin olmayıp, sürekli “yetmez ama” diyerek işi savaşa ve soykırıma götüren anlayışından ders çıkarılmalı. Bu tür anlayışların dur durak bilmediği ve kartopunun sonunda çığa dönüştüğü hep yaşanmıştır. Almanya kadar küresel bir güç olmayan ülkelerin dahi örneğin Irak tarzı dikta yaşanan yerlerin de sonunda savaşa sürüklendikleri ve girdikleri maceranın yakılıp yıkılmayla sona erdiği unutulmasın.

ad826x90

Sıradaki haber:

Ankara Emniyeti sildiği 15 Temmuz tweetini yeniden attı

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.